Hüseyin Besli ‘Paralel yapı Uykuya yatacak’
Erdoğan’ın başdanışmanı Hüseyin Besli, cemaat, Köşk ve Gül-Erdoğan ilişkisi üzerine çarpıcı açıklamalar yaptı.
Balçiçek İlter’in röportajı…
1969’dan beri aktif siyasetin içinde. İstanbul Büyükşehir Basın Danışmanlığı da yaptı, partinin Genel Başkan danışmanlığını da, Başbakan’ın konuşma metinlerini de yazdı, milletvekili de oldu. Ayrıca Yeni Şafak Gazetesi’ni de yönetti. Bugün “Başbakan’ın Başdanışmanı” unvanı sürüyor. Besli ile kendi deyimiyle ”Bizim camia bu olup bitenleri nasıl değerlendirdi?’‘ eksenli bir söyleşi yaptık. Biraz da mütedeyyin kesimin gözünden Tayyip Erdoğan’ı, başarısını ve cemaatle olan kavgasını anlamaya çalıştım.
Geçmişte Erdoğan’ın kampanyalarını yürüttünüz. Kampanyalar ne kadar etkili? Köşk seçimi kapsamında soruyorum.
Düşünüldüğü kadar etkili değil. 1994’te ”image maker”lık denilen şey çok gündemdeydi. “İmajınız ne olacak” diye soruyorlardı. “Adayımız kendisini oynayacak” dedik. Bizim aday sahici. Bunu kampanya diline çevireceğiz. İşte bu kadar katkısı oluyor kampanyaların.
Son dakika reklamları, müzik, sloganlar, anket yayınlamak… AK Parti profesyonelleşti o söylediğiniz tarihten bu yana?
Camiamızın bu konuda açlığı vardı. Karşılığı da var insanlarda. Hem şanslıydık o tarihten beri. Azınlıkta olan, az olan, sonradan gelen daha samimidir, daha cesaretlidir. Daha içtendir, daha yapmacıksızdır.
Ama agresif bir tarafı da var…
Haklısınız. Tırnak içinde “agresif.” Karşınızda bir merkez oluşmuş. O merkezde bir güç, sermaye, itibar var. Yani yoğunlaşmış her şey orada. Siz dışarıdasınız ve oradan bir şeyler almak istiyorsunuz. Kesinlikle agresif olmak zorundasınız. Müzik de ona göre, sloganlar da. Ama aktör Tayyip Erdoğan olmasa, yine de tutmazdı.
AK Parti değişti… Aktör de değişti aslında. Her ne kadar ezilmişin, ötekinin, mazlumun sesi de olsa, kaç dönemdir iktidar, muktedir tavır diline yansımış, o da ötekileştiriyor…
Orada çok büyük, müthiş bir ustalık var. Görülmüyor, görmüyorsunuz.
Neyi?
Evet mazlumların, itilmişlerin ismi ama bugün merkezde. Ama hâlâ aynı dili kullanıyor. Neden biliyor musunuz? Dışarıda da bir merkez icat etti bir nevi. Başlangıçta Türkiye içindeki merkeze; oligarşik, derin devlete karşı duruyordu. Şimdi ise dışarıda BM nezdinde saldıracağı bir merkez yarattı. “Dünya 5’ten büyük” derken… BM’ye ”Bu haksızlık” derken… Gazze derken, ”One minute” derken… Dünyadaki merkeze karşı yine ötekileştirenlerin, kenarda olanların, mazlumları dilini kullanıyor. Bunu müthiş başarıyla yapıyor.
İnsan bu kadar yıl iktidarda, muktedir olup nasıl mazlumu oynar ve inandırıcı olur?
Oynarken tırnak içinde diyorsunuz herhalde. Dünyadaki mazlumların sözcülüğünü yapıyor. Kimse bunu ondan istemedi, ne Gazzeliler istedi ne Suriyeliler. Ama o bu tavrını sürdürüyor çünkü bu çok ama çok güçlü bir dil, siyaseten. Motivasyonunu da ayakta tutuyor. Kimse bunun üzerine konuşmuyor. Erdoğan karşısında dimdik duracağı yeni bir merkez yarattı. Bu merkez Türkiye’de değil artık. O yüzden mazlumun sesi olması inandırıcı, onca güce rağmen.
“AMAÇ HEP HALKI ADAM ETMEKTİ”
Öte yandan “Bir el sürekli Erdoğan’ın peşinde…” Kitabınıza atıfta bulunarak söylüyorum.
Hakan Fidan krizi, Gezi, 17-25 Aralık… Bütün bunlar onun için çok büyük avantaj oldu. İstese, kurgulasa ancak bu kadar kurgulayabilirdi. Türkiye’de siyaset baştan yanlış kurgulanan bir durumdur. Siyaset iki şey üzerinedir. Bir, itibar ve imkân almak için. İki, cahil olan halkı adam etmek için. Ve devlet de buna göre kurgulanmıştır. Siyaset dışı kurumlar da hep buna göre yapılanmıştır. Milli Eğitim başta olmak üzere. Hep cahil olan halkı adam etmeye yönelik. Sistemi bozmaya kalkışanlar da bir şekilde tasfiye edilmiştir. Darbeler de buna dahil.
Her parti, programında MEB bütçesi arttırılacak der ama iktidar olunca savunmaya kayar.
MEB bütçesini arttıracağım demek sizi silah dipçiğiyle adam etmeyeceğim demek. Ama iş pratiğe geldiğinde silah kullanılmış. Amaç aynı: Halkı adam etmek. Ecevit döneminde memurların KPSS ile işe alınması, Özal’ın özelleştirmeleri bu gidişi biraz bozdu. AK Parti’yle artık siyaset eski amaçlarla yapılmaz hale geldi. Bu, siyasetçi tipini de değiştirdi. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” yapısı bitti, başka türlü adamlar siyasete geldi. Bu süreç 10 Ağustos’ta bitmiştir. Çünkü o yapının, anlayışın son kalesi Cumhurbaşkanlığı’ydı.
İyi de orada Abdullah Gül vardı, o da mı bu anlayışın devamıydı?
Gül de olsa orada, sistem halka ”Cumhurbaşkanını sen seçemezsin” diyordu. ”Devleti istediği zaman dönüştürecek ve kontrol edecek mekanizmayı sana bırakmam” diyordu. Bu kale düştü artık. Cumhuriyet’in kurguladığı bütün kodları değiştirdi bu durum.
“GÜL VE ERDOĞAN ÇATIŞMAZ”
Erdoğan “10 Ağustos’un bir keyfini çıkaramadık” dedi. Ne oluyor partide?
Çok ciddi bir imtihan var. Gül ve Erdoğan’ın herhangi bir çatışma içine gireceklerini düşünmüyorum. Çünkü herhangi bir çatışma sadece kendilerine, partilerine değil ülkeye büyük zarar verir. Bölgeye çok şey kaybettirir. Bunu bilirler rasyonellerdir.
Bu sizin temenniniz. Hakan Fidan krizini hatırlayalım. Gül’ün Fidan’a “ifade ver” dediği söyleniyor, Gül yalanladı ama… Kurultay’ın öne alınması vs… Kamuoyunun önünde olmayan bir çatışma var sanki.
İfade işi velev ki doğru… O Gül’ün o an okumasıdır, değerlendirmesidir. Okuma farkıdır. Teammüden çatışma olmaz benim dediğim.
O okuma Başbakan’ı sorgulatabilirdi diyen partililer yok mu sahi bugün? Ya da tam tersi, Gül’ün hareketlenmesini isteyenler?
Partide Gül’ün aktif siyasete dönmesini isteyen çok insan var. Normaldir. Teorik olarak istemek başka, pratikte nasıl davranacağımız ayrı.
Niye Abdullah Gül hakkında konuşmak istemiyorsunuz?
Çünkü aralarındaki geçmiş ve birlikte yaşanmışlık öylesine üst konumdaki bir başkasının bunu konuşmasını terbiyesizlik olarak görüyorum. Özel ve mahrem bir ilişkileri var.
İyi de onların “adamları” konuşuyor… Yalçın Akdoğan, Ahmet Sever’in açıklamaları…
Onları bağlar. Kendi değerlendirmeleri.
Kritik konularda Gül ya da Erdoğan’ın bilgisi olmadan birileri konuşabilir mi?
Çok netameli bir soru bu.
Yo, çok net bir soru.
Soru net de, cevabı karışık. Samimiyet, etik anlayışı, gelecek okuması girer. Cevap vermeyeyim. Ben bu iki kişinin bu camiadaki misyonlarının ne olduğunu çok iyi bilen biriyim.
Abdullah Gül’ün misyonu nedir bundan sonra sizce?
Bu partinin kurucu unsurlarından birisidir.
Peki bundan sonra?
Zaman gösterecek. Saygınlığı devam edecektir. Ve bu camiaya ve ülkeye yaptığı işler saygıyla anılacaktır. Bakın bu temenni değil, derin bilgi. Gül ile Erdoğan çatışmaz.
“ERDOĞAN SUYUN AKIŞINA TERS KARAR VERMEZ”
Deniyor ki “Siz Köşk’e çıkarsanız parti dağılabilir” diye Başbakan’ı uyardılar. Ama onun aklında başkanlık sistemi var. O yüzden Köşk’e çıktı.
Uyardılar kelimesine rezerv koyarım.
Neden? Uyaramaz mı kimse?
Herkes fikrini söyler, o kadar. 2007’de de “‘Köşk bal gibi sizin hakkınız” diyen bir grup milletvekili oldu. “Parti dağılırsa cumhurbaşkanlığının ne anlamı var” diyenler de oldu. Şimdi de oldu. İstişareler bu iş için zaten. Doğru, Başkanlık sistemi var aklında. 2023 vizyonunu gerçekleştirmek için ve dünya ölçeğinde daha agresif olabilmek için başkanlığı istiyor. Ama bu, o şık olmasa Köşk’e çıkmayacaktı anlamına gelmez.
Erdoğan herkesi dinliyor gözüküyor ama kendi bildiğini okuyor diye bir algı var. Siz çok yakınınsınız.
Bu bir okumadır. Haksız bir okuma değil ama birebir gerçeği yansıtmıyor. Hep sorar, dinler… “Bana tasnif yapmadan sonucu verin göreyim” der. Her halükârda görmek ister suyun nereye aktığını… Suyun aktığı yere çok ters gelmeyecek bir karar verir. Çok önemser.
“PARALEL İÇİNDEN PARALEL ÇIKAR”
Gelelim 17-25 Aralık tarihlerine… Nasıl değerlendiriyorsunuz yaşananları?
Sadece Türkiye’de değil, dünyada çok az rastlanacak darbe çeşididir. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Bizim açımızdan okursanız.
“Biz” dediğiniz kim?
Mütedeyyin, İslamcı, muhafazakâr… Bakın ta Osmanlı’dan beri uğraştığımız bir karşı taraf olmuştur. Hep ötekidir, dışarıdadır, kendimizden olmayandır. Ama ilk kez kendi dilimizi kullanan, kendimiz gibi yaşayan, aynı mahallede oturan, aynı camiyi paylaşan insanlar sözkonusu.
Ne hissettiniz, sizler?
Bunların hedefi Devlet de olsa, Devlet nihayetinde kendisini korur, rehabilite eder. Aslında bu hareketin en büyük zararı bize oldu. Öyle bir tablo ortaya çıktı ki… Bir anlamda idealize ettiğiniz bu camianın da içinden böyle şeyler çıkabiliyor, nasıl bunu telafi edeceğiz? Çok zor bir soru… Nasıl temizleneceğiz?
Nasıl?
Temizlik bitmedi ve hiç bir zaman da bitmez. Bu yapıların kökü kazınmaz. Paralel içinden bile paralel çıkar. O da var, pratikte karşılaşıyoruz. Sürekli listeler dolaşıyor. Biri birine liste götürüyor, “Bunlar paralelci” diye… Bir araştırıyorsun, listeyi götüren kişi kendi paralelci. İşin içine takiye girdi mi problem büyük. En kötüsü de uykuya yatmaları… Tarihte örneğini gördük…
Siz onu mu bekliyorsunuz?
Evet, uykuya yatacaklar. Uygun zamanı kollamak adına. Yapabilecekleri tek şey bu.
Öte yandan suçlamalar çok ciddi. Yokmuş gibi davranmak mümkün değil. Bu nasıl bir zarar verdi partiye, Erdoğan’a?
Bu tür suçlamalarda hiç gerçek barındırmayan şeyler sabun köpüğü olur. Ama eğer içinde ufacık kırıntı da olsa, gerçeklikler vardır. Zaten olmasa karşılığı olmaz. Doğrusu buradaki niyete bakmak lazım.
“Niye bunu yaptılar” diye düşünürken mütedeyyin kesim olan bitene yokmuş gibi mi yaklaşıyor?
Yokmuş gibi değil kuşkusuz ama onu ikinci ya da beşinci mesele olarak görerek. Ama bir mesele olarak görür. Evet bu bir meseledir ve uygun zamanlarda uygun zeminlerde mutlaka o meselenin de konuşulup halledilmesi gerekir. Ama asıl niyet gözden kaçırılmamalıdır. Niyet darbeydi. Bunun tartışması yok. Evren’in de gerekçesi vardı. Ertuğrul Özkök yıllarca söyledi “12 Eylül’ü destekliyorum çünkü kan akıyordu” diye. Bu anlamda bu tip işlerde o gerçeklikler, kırıntı da olsa vardır. Ufak da olsa gerçeklik vardır.
“GÜLEN’İ SİSTEMİN BAŞINA OTURTACAKLARDI”
Peki cemaatin asıl hedefi neydi sizce?
Bütün kurumlar kontrol altına alınacaktı. Bir gün Fethullah Gülen’i helikopter ya da uçakla getirip sistemin başına oturtma girişimiydi bu yapılanlar.
Siz buna inanıyor musunuz?
Evet. Ha o kadarına müsaade ederler miydi bilemiyorum tabii. Ama niyet buydu.
“Ne istediniz de vermedik” dedi Başbakan… Sizce ne istiyorlardı?
Kanımca Oslo’da koptu işler. Bu yapının Devlet’i ele geçirmek gibi bir niyeti olduğu gibi, nasıl bir Devlet olacağı tasavvuru vardı. Oslo sürecini o tasavvur edilen Devlet’i dönüştürmeye ya da bozmaya yönelik bir şey gördüler. Anlaşılıyor ki, Kürt barışını istemiyorlardı. Oslo’yla bunun bozulacağını gördüler.
Peki “Biz bu barışı istemiyoruz” emarelerini gösterip mesaj yolladılar mı?
Hayır. Bilinseydi. O tedbir alınırdı. Hatta tam tersine bölgede okullarının açılması sürece destek olur gibi bir okuma yapılmıştı. Yanlış bir okumaymış. Kişisel olarak, bu tür açık olmayan yapılara teorik olarak karşı birisiyim ve hiç bir dönem sıcak bakmadım, mesafeli durdum bütün cemaatlere. Ama dostlarım var içlerinde. Bu uzaklığın verdiği avantajla bu gidişin kaçınılmaz bir çatışmaya gittiğini görenlerdenim. Ve bunu da dillendirenlerdenim.
Başbakan’a da mı?
Evet. Teorik olarak anlattım
Ne cevap aldınız?
“Hayır, arkadaşlarımız bizim gibi düşünüyorlar, aynı kıbleye bakıyoruz…
O sözden pişman mıdır Başbakan?
Bu cümleden değil, insanların bunu istismar ettiğini görmemiş olmaktan pişmanlık duymuştur. Ben de bu boyutta bir şey beklemiyor, ummuyordum. Ama tabii bir şey yapmaya niyet ettiyseniz yaparsınız. Pensilvanya dediğimiz yer eski Cizvit papazlarının yeridir. Bunlarla aynı bakış açısı… Onların da temeli eğitim ve gizlilikti. Eğittikleri adamları aynen şimdiki gibi bir takım kurumlara yerleştirip onlara ”Sen bizimle irtibat kurmaya çalışma biz zamanı gelince seninle kontağa geçeriz. Belki de hiç gelmeyiz” derlerdi. Aynı durum. İşte bu yüzden bu yapının temizlenmesi zor. Alttan alta o damar uykuya yatar.
Peki insanlar niye destekliyor böylesine bozuk bir yapıysa?
Karşılık buluyor çünkü. İnsan yaratılış gereği bu tür söylemlere, gizemli yapılara ilgi duyar.
Fethullah Gülen?
Ona da çok ilgi var. Bu tür kişilikler sıradan değildir. Vücut dilleri, konuşmaları sıradan insanlar gibi değildir, etkileyicidir. Bazılarının alay konusu yaptığı ağlamalar birçok insanı da uçuruyor. Yani bu tipler bir zaman sonra yaptıkları tırnak içindeki ”olağanüstü şeyler”e kendileri de inanmaya başlıyor. O zaman bir kavim toplumuna dönüşüyorlar ve besleniyorlar. Gülen, gençliğinden beri etkileyici ama biraz da paranoyaya kayan bir yapısı var.
Bu ciddi bir iddia…
Mesleğim değil ama yakınlarından duyduğum şeylere dayanarak söylüyorum. “Ben peygamberden sonra seçilmiş kişiyim, benden sonraki seçilmişlerin listesini de yazabilirim” diyorsa eğer, buna inanıyor demektir, artistlik olsun diye yapmaz. Çünkü bu tipler ancak kitlesel anlamda etki yaratabilir.
Bu süreçte Başbakan en çok neye öfkelendi? Makamının dinlenmesine mi örneğin?
Hakan Fidan’ın alınmaya çalışılması sanırım. Ve 25 Aralık… 17 Aralık demiyorum bakın, 25 Aralık… Ailesini işin içine soktular çünkü. Hedef kendisi ve çocuklarıydı.
Başbakan’a yakın çevresi hâlâ Reis diyor mu?
İl başkanı iken Reis derdik. Belediye reisinden atıf başkan konumunda… Belediye başkanı olunca başkan… Sonra Başbakan. Uzunca bir süredir beyefendi… Kaderin üzerinde bir kader vardır. 10 Ağustos tam da budur işte; Reis’likten Beyefendiliğe geçiş…
Peki ne olacak bundan sonra?
İki imtihanı var AK Parti’nin. Birincisi kurumsallaşmak. Tayyip Erdoğan’ın olduğu yerde kurumsallaşmak zordu. Çünkü ulu çınar altında ot bitmez. Başka ağaçlar yaşamaz. Olmadı. Şimdi olmalı. İkincisi, 2015 seçimi çok önemli. Parti herhangi bir zaafa uğramadan girmelidir bu seçime. Bakın 2019 tarihini önemsemiyorum ama 2015 önemli.
Kaynak: Habertürk